Tekerrür eden bir tarihin kuşaklar arası geçişi: “The Dark Side of the Moon” ve “In Utero”

“The Dark Side of the Moon” ile “In Utero”nun başarısında kendini tekrar eden bir tarihin nesilden nesle aktarması mı gizli?

İtalyan basınında çıkan bir yazı, popüler müzik tarihine damgasını vurmuş iki albümün kaderlerinin nasıl bir noktada buluştuğuna dair ipuçları veriyor.

Bu iki albümden “The Dark Side of the Moon” 50’nci, “In Utero” ise 30’uncu yılını kutluyor bu sene.

“In Utero” ve “The Dark Side of the Moon”, bir anlamda nesiller arası bir duygunun iki “karanlıkta sıçraması” olabilir mi?. Peki “In Utero”nun “karanlık tarafı” var mı? Bu sorulara pekâla “evet” denebilir.

İki albüm arasındaki paralellik, Nirvana’nın sert olmayı istediği kadar, “In Utero”da şarkıların basit kompozisyon açısından belki de Nevermind’ınkinden daha basit ve daha hafif olması. Dikkatli bir şekilde dinlerken, en gürültülü veya en hardcore şarkıda bile melodik parçayı bulmak kolay.

Bu albümdeki şarkıların müzikal açıdan mükemmel olduğu söylenemez ama her halükarda o kadar basitler ki dinleyiciyi yakalıyorlar ve albümlerin gücü de burada yatıyor: Aralarında pek çok fikir var.

Dark Side’ın teması yabancılaşma ve delilik: Popüler olan ama ruhları çelişkiler samanlığında kaybolmuş olanların, halkı aldattığının farkında olanların şizopatisi. Bu arada sözleri de unutmamak gerek: Pink Floyd’un ünlü albümünün sözleri, olayların doğrudan söylendiği ilk şarkılar. Aynı zamanda hem evrensel hem de otobiyografik olan bir temaya daha fazla odaklanılıyor: “In Utero” aynı frekanslarda seyahat ediyor, çünkü Kurt Cobain’in etkileyici, daha net sözler yazdığı, naif kes-yapıştırdan vazgeçerek daha etkileyici, daha net sözler yazdığı ilk albüm.

Her ne kadar Cobain o zamanki röportajlarında herkesin gözünü kamaştıran “kişisel olmayan” bir albüm olarak resmetmiş olsa da “In Utero”, şarkıcının özel alanına göndermelerle dolu, kendisini içinde bulduğu ve daha sonra onu başka bir şeye sürükleyecek olan kaosu mükemmel bir şekilde anlatıyor: İntihar.

TARİHİN KUŞAKLAR ARASI GEÇİŞİ

Bu bakış açısıyla karşılaştırıldığında, iki eser kesinlikle başka her şeyi telafi eden güçlü bir otobiyografik damar hakimiyetinde ve hayaletlerle dolu bir hayatın kasvetini paylaşıyor: Bu durum Roger Waters’ta açıkça babasının erken ölümü. Cobain’de ise eroin bağımlılığının tetikleyici faktörlerinden biri olan aile yoksunluğu.

Bu albümlerin başarısında teslimiyet kokan bir gölge, kendini tekrar eden bir tarihin kuşaklar arası geçişi yatıyor.

Bir de efsaneyi yaratan kapaklar var: “The Dark Side of the Moon” o kadar popüler hale geldi ki neredeyse kutsallaştı. “In Utero” da rockın en ikonik işlerinden biri olarak kabul ediliyor.

İKİ ALBÜM DE KALPLERE GİRDİ

Her iki durumda da ilk önce ruhumuzu çaldılar ve bu da onların iki albümünü, göz ardı edilmesini imkansız hale getiriyor.

Zayıf ya da değil, iki albüm de kalplere girdi ve deli gibi satıldı.

“The Dark Side of the Moon” 1973’ten 1988’e kadar sürekli satıldı, “In Utero” ise beşinci platinle kaldı, ancak hiç şüphesiz burada ticari değerler değil sanatsal değerler önemli.

Sonuç olarak, bu iki albüm, tekerrür eden bir tarihin kuşaklar arası bir geçişi niteliğinde…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir